İstanbul Barosu’nun ilk genel kurulu 5 Nisan 1878’de toplanmıştır. Barolar Birliği 1958 yılında, bu toplanmanın günü olan 5 Nisan’ı, Avukatlar Günü olarak kabul etmiştir. O tarihten bu yana Türkiye’de her yıl 5 Nisan günü, Avukatlar Günü olarak kutlanmaktadır. Avukatlar adaletin yerini bulmasında, başka bir deyişle hak edene hak ettiğinin verilmesinde önemli rol oynayarak hukukun üstünlüğünü savunurlar. Bu suretle avukatlar toplumsal düzenin istikralı bir şekilde devam etmesinde doğrudan etkili olurlar. Söz konusu özel gün vesilesiyle, avukatlık mesleğinin toplumdaki önemine ve ülkemizin ilk kadın avukatı olan Süreyya Ağaoğlu’nun hukuk alanındaki öncü rolüne bakış atalım.
Eski kullanımda “savunan, koruyan, himaye eden” anlamına gelen “muhami” olarak adlandırılan avukat, uyuşmazlıkların doğumundan başlayarak, mahkeme aşaması ve hakkın teslimine kadar olan süreçte kişileri temsil eder. Avukat sadece iş ve dava takibinde sınırlı kalmayıp, aynı zamanda hukuki konularda bireylere ve kurumlara danışmanlık hizmeti verir. Avukatlar bir taraftan bireysel hakları korurken, diğer taraftan toplumsal hukuk düzeninin korunmasında da büyük öneme sahiptir. Hukukun üstünlüğünün yalnızca bir ilke olarak sınırlı kalmayıp pratikte de uygulamasında önemli bir köprü görevi üstlenirler.
Avukatlık mesleğinin tarihsel gelişimi, Antik Yunan ve Roma dönemine kadar uzanmaktadır. Antik Yunan’da kendi kendini savunmak bir hak değil zorunluluktu. Avukatlık müessesesi tanınmıyordu. Kural olarak kişinin kendini savunması beklenirdi. Ne var ki logograflık vasıtasıyla bu kuralın etrafından dolanılıyordu. Zira taraflar, ücret mukabilinde “logograf” olarak adlandırılan kimselerin hazırladıkları metinleri ezberleyerek de savunma yapabilmekteydi. İlerleyen zamanlarda logograflar tarafların yanlarında yer almaya başladılar. Zira taraflar söz konusu metinleri yeterince iyi ezberleyemiyor, unutuyor veya heyecanlanarak şaşırıyorlardı. Görüldüğü üzere günümüzdeki avukatlık alanına benzer bir durum tarihte ilk olarak Antik Yunan’da söz konusudur, ancak bu durum günümüzdeki avukatlık alanı ile kesinlikle özdeşleşmez.
Roma’nın başlangıcında da bugünkü anlamda avukatlık hizmetinden söz edilemez. Davada, tarafın yanında yardımcı olarak yer alma (advocatus; erator) ile davada vekalet birbirinden kesin olarak ayrılmıştı ve önceleri yalnız tarafın yanında yardımcılık (patronus) uygun görülmüştü. Patron olmak sıfatıyla patrisienler, tarafların savunmalarını yapmaktaydılar. Avukat adı ise, özellikle cinayet davalarında, sanıkların, yanlarında bulunmaları ve kendilerine yardımcı olmak üzere dostlarını çağırmalarından, yani “advocare” kelimesinden gelmektedir. Avukat anlamındaki “advocatus” kelimesi, özellikle Bizans’ta bugünkü anlamda kullanılmaya başlanmıştı. Tarafların bizzat mahkeme önünde bulunmaları kuralı, yargılamanın “praetor” tarafından yazılı bir formül ile yönlendirildiği, iki aşamalı ve esnek bir usul olan “formula rejimi” zamanında kaldırıldı ve taraflar kendilerini bir cognitor veya bir procurator aracılığıyla temsil ettirmeye başladılar. Davada taraf yanında hazır bulunma veya vekillik, tamamen ücretsiz bir iş olarak kabul ediliyordu. Hatta Ovide’nin ifadesi gibi “güzel kadınların güzelliklerini satmaları ne kadar utanç verici ise, bir tanığın tanıklığını, bir hâkimin hükmünü, bir avukatın yardımını satması da o kadar utanç vericidir”. Ancak daha sonra, ücret alma konusu belirli sınırlar çerçevesinde serbest bırakıldı. Böylece avukatlık mesleği bir “iş/işletme” haline geldi.
Avukatlığın tarihsel gelişiminde ülkemizdeki duruma gelince; Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde yazıcı esnafından söz etmektedir. Bu yazıcılar (arzuhalciler) bizdeki “avukatlık” mesleğinin çekirdeğini oluştururlar. Dava vekilliği mesleğini düzenleyen ilk metin, 1875 tarihli “Mehâkimi Nizamiye Dava Vekilleri Hakkında Nizamname” (Dersaadet Dava Vekilleri Hakkında Nizamnamesi)’dir. Bu Tüzük’te dava vekilliği yapacak kişilerin hukuk öğrenimi görmesi şartı da aranıyordu. Yine 1875 yılında Türkiye’nin ilk Hukuk Fakültesi Galatasaray Lisesi bünyesindeki Dârülfünûn-ı Sultânî’de açıldı ve burada dersler Fransızca okutuluyordu. Derslerin Fransızca okutulması hoş görülmediğinden bu fakülte kapatıldı ve onun yerine 1880 tarihinde (İstanbul) Hukuk Mektebi açıldı.
Türkiye’ye Avrupa’dan gelerek yerleşmiş bir meslek olan avukatlık mesleği, İslam Hukukunda veya klasik Osmanlı hukuk sisteminde karşılığı olmayan bir meslektir. Türkiye’de, savunma mesleğini yapanlara ilişkin ilk yasal düzenleme 1876’da yapılmış olmakla birlikte 19. yüzyılda varlığı bilinen iki baro Konstantinopolis Barosu (Barreau de Constantinople) ve 1878’de kurulan Osmanlı (İstanbul) Barosu’dur. Taşradaki avukat yoğunluğuna rağmen 30 yıl boyunca İstanbul dışında bir baro kurulmamıştır. Osmanlı Barosu’nun kuruluşunu 1908’de İzmir Barosu, 1909’da Hüdâvendigâr (Bursa) Barosu, 1912’de Konya Barosu takip etmiştir. Bugün Türkiye sınırları dışında kalan Halep Barosu ve Bağdat Barosu da Osmanlı döneminde kurulmuş barolardır.
İlk paragrafta değindiğimiz üzere ülkemizin ilk kadın avukatı olan Süreyya Ağaoğlu’ndan bahsetmek bu özel gün için son derece önemlidir. Süreyya Ağaoğlu, Azerbaycanlı Türk avukat ve yazardır. 1903 yılında Azerbaycan’ın Şuşa kentinde doğmuş ve 29 Aralık 1989 tarihinde İstanbul’da hayata veda etmiştir. Türkiye’nin ilk kadın avukatı olarak tanınan Süreyya Ağaoğlu, aynı zamanda kadın hakları savunucuları arasında önemli bir yere sahiptir. Süreyya Ağaoğlu’nun hayatı, eğitim ve meslek yaşamı boyunca önemli izler bırakmıştır. 1903 yılında doğduğu Şuşa’dan ailesiyle birlikte 1910 yılında Türkiye’ye göç etmiştir. Babası Ahmet Ağaoğlu’nun düşünceleri ve görevleri nedeniyle çocukluğu ve gençliği Türk Ocağı aydınları ve Mustafa Kemal Paşa’nın yakın dostları arasında geçmiştir. Süreyya Ağaoğlu’nun akademik hayatına ve kariyerine de bakış atmakta yarar vardır.
Süreyya Ağaoğlu hukuk okumak istiyordu fakat o dönemde hukuk fakülteleri kadınlar için açık değildi. Ama o bunu önünde bir engel olarak görmedi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başvuran ilk kız öğrenci oldu. Eğitimini tamamladıktan sonra 1921 yılında hukuk eğitimi almak üzere İstanbul Üniversitesi hukuk fakültesine başvurmuş ve fakültenin kız öğrencilere açılmasında öncü bir rol oynamıştır. Bugünkü Cağaloğlu Anadolu Lisesi olan İstanbul Kız Lisesi’nden mezun olduktan sonra bu fakülteden mezun olarak Türkiye’nin ilk kadın avukatı unvanını elde etmiştir. Avukatlık mesleğini sürdürmek için Ankara Barosu’na kaydolmuş ve serbest avukatlık ruhsatını alarak Türkiye’nin ilk kadın avukatları arasında yer almıştır.
Süreyya Ağaoğlu, İngilizce ve Fransızca dillerini de bilen bir hukukçu olarak uluslararası alanda da aktif olmuştur. Birçok uluslararası konferansta Türkiye’yi temsil etmiş ve 1946 yılındaki girişimleri sonucunda İstanbul Barosu’nun Beynelmilel Barolar Birliği’ne üye olmasını sağlamıştır. 1946-1960 yılları arasında bu birliğin tek kadın yönetim kurulu üyesi olarak görev yapmıştır. Aynı zamanda Milletlerarası Kadın Hukukçular Birliği üyesi olan Ağaoğlu, 1960 yılında Kadın Hukukçular Birliği’nin BM Cenevre Teşkilatı temsilcisi seçilmiştir. Ağaoğlu ayrıca 1980-1982 yılları arasında Hukukçu Kadınlar Federasyonu’nun ikinci başkanı olarak görev yapmıştır.
Süreyya Ağaoğlu, siyasi arenaya da girmiş ve kardeşi Samet Ağaoğlu’nun avukatlığını üstlenmiştir. 1960 Askeri Darbesi’nin ardından kurulan Yeni Türkiye Partisi’nde siyasi hayata atılmış ve İstanbul il başkanı olarak görev yapmıştır. Ayrıca önemli sivil toplum kuruluşlarının kurulmasında da etkili olmuştur. Türk Hukukçu Kadınlar Derneği’nin başkanlığını yapmış ve Üniversiteli Kadınlar Derneği, Hür Fikirleri Yayma Derneği, Soroptimistler İstanbul Kulübü, Türk Amerikan Üniversiteliler Derneği ve kendi kurduğu Çocuk Dostları Derneği gibi birçok kuruluşta aktif rol almıştır.
Süreyya Ağaoğlu aynı zamanda bir yazardır. “Londra’da Gördüklerim” ve “Bir Hayat Böyle Geçti” adlı kitaplarının yanı sıra çeşitli hukuki makaleler kaleme almıştır. Süreyya Ağaoğlu’nun özel yaşamını incelediğimizde, 1950’li yılların başında Alman hukukçu Werner Taschenbreker ile evlenmiş ancak bu evlilikleri 1960’lı yıllarda sona ermiştir. Çocuğu olmayan Ağaoğlu, 29 Aralık 1989 tarihinde “Kadın Hakları ve Çağdaşlaşma” konulu bir panelin ardından düşüp beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetmiştir. Feriköy Mezarlığı’nda bulunan Ağaoğlu Aile Mezarlığı’nda defnedilmiştir. Özel arşivi ise aile fotoğrafları, mektuplar, gazete kupürleri gibi belgelerle doludur ve İstanbul’daki Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir.
Türkiye’nin ilk kadın avukatı olan Süreyya Ağaoğlu, hukuk alanındaki başarılarına ek olarak kadın hakları ve sosyal adalet konularındaki çalışmalarıyla da gelecek nesiller için rol model olmuştur. Günümüzde onun ışıkları altında yürüyen binlerce kadın avukat, önemli başarılara imza atmaya devam etmektedir. Her geçen gün artmakta olan bu başarılı kadın avukatlara ek olarak diğer tüm avukatlar da adaletin sağlanmasında hayati bir rol oynayarak toplumsal düzenin korunmasına katkı sağlarlar. Sağladıkları bu katkı hiç kuşku yoktur ki yaşamı daha sürdürülebilir kılmaktadır. 5 Nisan Avukatlar Günü, bu kutsal mesleği icra eden bireylerin kıymetini hatırlamak ve onlara en azından teşekkür etmek için güzel bir fırsattır.
Avukatlar Günü’nü kutlarken, adaletin ve hukukun üstünlüğünün korunması için çalışan tüm hukukçulara teşekkür etmeyi unutmayalım.
Kaynakça
No responses yet