Kuvvet Kullanma Yasağının ortaya çıkması sadece Milletler Cemiyetiyle sınırlı kalmamış, Daimi Adalet Divanının kurulması, silahsızlanma konferansları, Locarno Antlaşması, Ren Misakı süreçleri ve Briand-Kellog Paktı gibi bir dizi girişimler de gerçekleşmiştir. Şüphesiz ki bu girişimlerin temelinde 1.Dünya Savaşının insan ölümleri ve trajedileri yer almaktadır. Keza 1.Dünya Savaşına tepki olarak ortaya çıkan bir girişim olan Milletler Cemiyetinin de asıl amacı uluslararası barışı ve güvenliği sağlamaktır. 1925’te Locarno Antlaşması ve Ren Misakı gibi düzenlemeler ya onaylanmadıkları için ya da belli bir bölgenin güvenliğini sağlamayı amaçladıkları için evrensel anlamda kuvvet kullanmanın sınırlanmasında etkisiz kalmışlardır. 1928 yılında imzalanan Briand-Kellog Paktı ise ilk defa devletlerin savaşa başvurmasını yasaklıyordu. Uyuşmazlıkların çözümü için barışçıl yolların denenmesi gerektiğini ve çözüm için savaşın gerçekleşmemesi gerektiği konusunda taraf devletler mutabık kalmışlardır. Ancak söz konusu antlaşma ‘Savaşa Başvurma Yasağının’ ihlali durumunda bir yaptırım öngörmemekte, bu sebeple bir iyi niyet girişimi olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca söz konusu Briand-Kellog Paktı meşru müdafaa hakkının açıkça düzenlenmemiş ve meşru müdafaa sınırlarının belirlenmemiş olması sebebiyle eleştirilmiştir.

Kuvvet Kullanma Yasağı’nı hüküm altına alan en önemli Uluslararası Hukuk kaynağı BM Antlaşmasıdır. Bu metin, son zamanlarda gerçekleşen Ukrayna-Rusya savaşı ve Filistin- İsrail meselesi başta olmak üzere sıkça gündeme gelmiştir. BM Antlaşmasının m.2/4’te düzenlenen Kuvvet Kullanma Yasağı, ‘Tüm üyeler uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı gerek Birleşmiş Milletlerin amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar’ şeklinde yer almaktadır. Bu yasak uluslararası antlaşma metinlerine dahil edilmese dahi ihlali halinde tüm devletlerin sorumluluğunu doğuracak bir yükümlülüktür.

BM Antlaşması m.2/4’e göre üye devletlerin kuvvet kullanması açıkça yasaklanmıştır. Söz konusu maddede geçen’’Devletin toprak bütünlüğüne’’ ifadesi devletin kara, deniz, hava egemenliğinin yanı sıra konsolosluklar, devletlerdeki elçilikler, yurtdışındaki askeri üsler gibi unsurların tümü bir devletin toprak bütünlüğü kapsamındadır. Genel olarak kuvvet kullanma yasağından silahlı bir kuvvetin kullanılmasının yasaklanması anlaşılmalıdır. Bu bağlamda biyolojik veya kimyasal silahlar, yangın çıkarma, siber saldırı gibi hususlar silahlı saldırı olarak değerlendirilmektedir. Ancak ekonomik ambargolar veya siyasi yaptırımların kuvvet kullanma yasağı kapsamına girmediği açıktır. Ayrıca 1925 yılında Cenevre Protokolünde ilk defa biyolojik ve kimyasal silahların yasaklanması hüküm altına alınmıştır. Ancak söz konusu Protokolde biyolojik ve kimyasal silahların üretimi, transferi, depolanması gibi hususlar belirtilmemiş olup 1972’de ‘Biyolojik Silahlar Konvansiyonu’ ve 1993’te  ‘Kimyasal Silahlar Konvansiyonu’nda bu durumlara da değinilmiştir. Ayrıca söz konusu maddede geçen kuvvet kullanma tehdidi ise bir devletin başka bir ülkeyi istediğini yaptırmak için tehdit etmesi veya zorlaması olarak değerlendirilmektedir. Bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına askeri olarak müdahale edeceğini belirtmesi kuvvet kullanma tehdidi olarak değerlendirilir.

 Latincede ‘jus cogens’ adı verilen emredici normlar uluslararası antlaşmalara taraf olan veya olmayan her devleti bağlamaktadır. Bu sebeple bu normlar tüm devletlerin mutabık olduğu norm  olarak değerlendirilmelidir. Kuvvet kullanma yasağının da sadece BM Antlaşması’ndan doğmadığı Uluslararası Adalet Divanı kararlarına bakıldığında da uluslararası örf-adet kuralı olarak değerlendirildiği,  bu sebeple ‘jus cogens’ norm olarak kabul edildiği ifade edilmektedir. 

Kuvvet Kullanma Yasağının ihlal edilmesi durumunda hukuka uygun hale gelmesi için iki durumdan birinin söz konusu olması gerekir: Meşru müdafaa veya Güvenlik Konseyi Kararı ile Kuvvet Kullanımı.

Meşru Müdafaa Hakkı

Meşru müdafaa hususu BM Antlaşmasının 51. Maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Bu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyine bildirilir ve Konseyin işbu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.” Meşru müdafaa hakkı için aranan üç şart: gereklilik, orantılılık ve ölçülüktür. Meşru müdafaanın oluşması ve gerçekten bir müdahalenin meşru olması için aranan şartlardan olan ‘‘gereklilik’’ hususu, kullanılan kuvvetin saldırıyı önlemek veya durdurmak için gerekliliğini, orantılılık ve ölçülülük hususu ise kullanılan kuvvetin, yapılan saldırıyla orantılı ve gücün derecesinin ölçülü olması gerektiğini ifade eder. Ayrıca BM m.51’de de belirtildiği gibi meşru müdafaanın kuvvet olarak kullanılması durumunda Güvenlik Konseyine derhal bildirilmesinin gerektiğini de belirtmekte fayda vardır. Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya kadar ilgili devlet meşru müdafaa hakkını kullanılabilir.

Güvenlik Konseyi Kararı ile Kuvvet Kullanma

Kuvvet Kullanma Yasağının bir diğer istisnası olan ‘‘Güvenlik Konseyi Kararı ile Kuvvet Kullanma’’, BM Antlaşmasının m.39 ve devamında hüküm altına alınmıştır. BM’nin hangi durumlarda kuvvet kullanacağını ve bunu nasıl kullanabileceği belirtilmektedir. Söz konusu maddelerde Güvenlik Konseyi barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu veya bir saldırı eylemi olduğunu saptaması durumunda uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için tavsiyelerde bulunur. Ayrıca 41. Maddeye göre Güvenlik Konseyi, kararlarını yürütmek için silahlı kuvvet kullanımını içermeyen önlemler almalıdır. Bu önlemlerin yetersiz kalması durumunda Güvenlik Konseyinin BM Antlaşması m.42’de geçen hava, deniz ya da kara kuvvetleri aracılığıyla, gerekli saydığı her türlü girişimi yapabileceği hüküm altına alınmıştır. Söz konusu müdahaleye örnek vermemiz gerekirse Güvenlik Konseyinin kuvvet kullanma kararı 1950 yılında Kore Savaşında, daha sonra 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgalinde, 1992’de Somali’de ve daha yakın tarihimize bakacak olursak da 2011 yılında Libya’da uygulanmıştır. Konuyu daha iyi kavramak açısından Türk Alman Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Hukuk Bilimleri Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Ozan Emin Halhallı Hocamızın kaleme almış olduğu ‘’Rusya Federasyonu ve Ukrayna Çatışmasının Uluslararası Hukuk Açısından Kısa Bir Analizi’’ başlıklı makalesini kaynakça bölümüne ekliyoruz.                                                                          

Kaynakça:

 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2487615  (Rusya Federasyonu ve Ukrayna Çatışmasının Uluslararası Hukuk Açısından Kısa Bir Analizi/Ozan Emin Halhallı)

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir